top of page

Basın

Mehmet Ali Doğan

Resim Sergisi
22 Şubat - 13 Mart 2013

Yıldızevler Mah. Tagore cad. Şehit Mustafa Doğan Sok. 82/A-B Yıldız 06550 Çankaya / Ankara

0312- 4388670   -   0532- 550 99 94

www. galerisoyut.com.tr

Galeri Soyut büyük ebatlı resimlere ev sahipliği yapmaya devam ediyor. İki geniş salonu ayrıca alt katta da bir sergi odası var. Alıştığımız çifte sergiler yerine bu kez üçlü sergiyle karşımıza çıktı. Buna da alışacağız derken belki de dördüncü bir salon açılabilir; sürpriz.

 

Mehmet Ali Doğan bizim reisimiz. Mensubu bulunduğum BRHD (Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği) başkanı. Çalışkan bir başkan. Sorunlara vakıf. Projeleri var. 

 

Üç sanatçının birden sergisi açılınca tabiatıyla her bir sanatçının ziyaretçileri diğer iki sanatçının da resimlerini görme fırsatını buluyor. Biz de bu firsattan alabildiğine yararlanıyoruz.  

 

Soyut Galeriyle yan yana Valör ve Arda galerileri var. İyi yani. Bilmiyorum belki aralarında tatlı bir rekabet de vardır. 

 

Mehmet Ali Doğan, Doğan Sanatevini kurmuş. Orada kaliteli eğitim veriyor. Doğan için Galeri Soyut şık ve kapsamlı bir katalog hazırlamış. Anlatım, Türkçenin yanı sıra İngilizce de verilmiş.  Bir tane edinmek lazım. 

 

Sanatçının resimlerinde geziniyoruz. Non-figüratif öğelerle figüratif öğelerin güzel bir kaynaşması var. İlk bakışta birbirlerinin hasmı gibi dursalarsa da sonuçta anlaşıyorlar. Non figüratif dalgalanmaların üzerinde bazen de altında figüratif öğeler var dedik; bunlar genelde sıkışık sıkışık binalar. Buradan Doğan’ın amacının kötü kentleşme ve betonlaşmaya vurguda bulunmak istediğini anlıyoruz. Figürle figürdışının zıtlığı teoride rahatsız eder gibi düşünülse de sonuçta tatlı bir armoni oluşturuyor bu resimlerde.

 

Soyut ve tonalite çeşitliliği içerisinde oluşturduğu dalgalı ve kıvrımlı düzeyler masum doğanın derelerini tepelerini çağrıştırdığı gibi doğanın da ta kendisi olan kadın vücudunu da çağrıştırıyor bence. Kentleri olduğu gibi kadını da doğanın dışına itmedik mi?  Onları da bir şekilde betonlaştırıp katlayıp bir kenara koymuyor muyuz? Önümüze çıkan, karşılaşmaktan sıkıldığımız ayak bağları mı kadınlar?..

 

Sanatçı sarı rengi de korkusuzca kullanıyor. Her babayiğitin harcı değil; korkulur genelde. Ama ustanın elinde tabloya üstelik canlılık veriyor. Neşeleniyoruz. Tablolarda dikkatimizi çeken bir başka husus da kütlelerden boşluğa uzanan kollar. İnce uzun bir çubuğun ucunda belki, uçurtma, belki balta, belki mesaj taşıyan bir yazıt; öyle bir ufak düzey var.  Bu, resme ayrı bir hareket veriyor. Ve yer yer bu ufak düzeye boyut da kazandırıyor Sanatçı. Ayrıca mesajı da var; ben en azından öyle algılıyorum; alemlere uzanan bir kol; belki bir imdat, SOS işareti. Yardım ya medet, ölüyoruz, gibi bir çağrı mesela.

 

İşte böyle; sergi sonunda fotoğraflar çektirdik bu günün anısına bol bol. İyi niyetler, güzel temennilerle bu sıcak ortamdan ayrıldık.

Monad Balkan

Adnan Gerger 
Röportaj

Bizlere kısaca öz geçmişinizden bahseder misiniz?

 

M.A.D -1970 yılında Elazığ’da  doğdum fakat ilk, orta ve lise öğrenimimi Zonguldak Ereğli’de tamamladım. Daha sonra 1991 senesinde Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi  Resim Bölümünü kazandım ve derece ile 1995 yılında mezun oldum. Bu güne kadar 19 kişisel sergi açtım. Çalışmalarımı kendime ait olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Doğan Sanatevi’nde sürdürmekteyim. Atölyemde Güzel Sanatlar Fakülteleri ve liselerine yönelik Sanat eğitimi vermenin yanı sıra kendi çalışmalarımı ve Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneğinin( BRHD) Başkanlığı görevini yürütmekteyim.

 

Geçmişten bu güne resimlerinizden ve tekniğinizden bahseder misiniz?

 

M.A.D- Üniversite yıllarında atölye çalışmalarında, ürettiğim tüm resimlerde, mutlaka geometrik bir alanın varlığını hissettim. Zaman içerisinde bu devamlılığını güçlendirdi. Böylelikle geometrik formlar resimlerimde tercih nedenim olmasının yanı sıra, asıl anlam yüklemeye çalıştığım alanlar olmaya başladı. Bugüne kadar kendimce seriler ürettim. Kadın ve Şeritli Mekan, Siyam Serisi, Anadolu Uygarlıkları Çeşitlemeler Serisi, Kastamonu Serisi, Yer-Gök-Deniz Serisi ve Sınırlanmış Alanlar Serisi. Halen Sınırlanmış Alanlar Serisi devam etmektedir.

 

Genel olarak Serigrafi tekniğini tercih etmemin nedeni yaşadığımız şu dönemlerde, özelikle genç arkadaşların, resimlerinde teknik olarak çözümlemelerinden belli, diyebilirim. Teknolojinin gelişmesine paralel olarak bir gün sanatçılar kopyalama makineleriyle tuval yüzeyine resmi veya kompozisyonu geçirip yüzeyde boyayla oynayarak yeni kurgular oluşturacaklar. Kopyalama makinelerinin kolaylığı ve teknolojiden yararlanılmalıdır mantığıyla resim yapacaklar öngörüsünden kaynaklanmaktadır.

 

Bense yıllardır  bilinçle özellikle serigrafi baskıyı tuvalde bir ara eleman olarak kullanmaktayım. Bu tekniğim 1995-96 yıllarından bu yana Resmin belirli bir alanında kullanarak süre gelmiştir. Elbette ülkemizde ve dünyada başka sanatçılarda  bu tekniği farklı biçimlerde kullanmışlar ama benim yorumlama ve kurgu biçimim farklıdır, bana aittir ve özeldir.

 

Resimlerim tamamıyla akrilikle üretilmiş ve kurguların tamamı kendi özgün üretimimden gelir. Ben baskının tuval yüzeyinin belirgin bir bölümüne plastik etkisini oluşturma gayretindeyim ve her ürettiğim resim belli aşamalardan ve yoğun doymuş boya tabakasından oluşmaktadır. Teknik açıdan uzun bir süreç gerektirmektedir.

     

Son dönem resimlerimde günümüz yaşantısı, doğa, insan ve küresel ısınma gibi, kavram ve içerikler söz konusudur. Bu nedenledir ki resimlerimde, ağaç formlarını bir metafor olarak kullandığım gibi şehir görüntüleri ve siluetleri kullanmak, hayata dair tercih nedenim olmuştur. Maalesef,  kapitalizmin para tutkusu, doğayı tükettiği gibi insan hayatını da tabut gibi evlerde yaşamaya mahkum etmiştir.

 

Ekilecek en güzel tarım alanları yerleşim alanlarına dönüştürülmüş,  üstelik ağaçlardan, yeşil görüntülerden mahrum bırakılmıştır. Kutucukların oluşturduğu, çarpık, estetikten uzak yapılar, insan doğasından ve psikolojisinden yoksun olduğu gibi, insanın birbirini tüketme duygularını güçlendirmekte ve manevi bütünlükleri de yok etmektedir. Para, metrapollerin asıl kaynağı olmuş, insan hayatı boyunca aracı olma niteliğinden öte yaşayamaz hale dönüşmüştür. 

Tüm şehirlerimize bir bakalım, örneğin Malatya’daki binalar Ankara’nın Çankayası ve Demetevlerinden ne kadar farklı. İstanbul’un eski ve yeni yerleşimleri, Kızılay’dan, Konya’dan ne kadar farklı. Her yer tüketim alanına dönüşmüş.

İnsanoğlunun kendi doğasından uzaklaştığı ve bilinçle ötelendiği kanaatindeyim. Özellikli ve insan kimyasına uygun yaşam alanlarının tüm halklara sunulması, insanlığın mutluluk ve geleceği için şarttır. 

Her gün daha bahsedemediğim benzeri gerçeklerle yaşarken, işte resimlerimdeki o yamuk, kare, dikdörtgen gibi, benim için temiz ve saflığın göstergesi olan alanlara asıl hayallerimi işledim. Tüm temiz alanlarımı sınırladım ve o geometriler içerisinde özlemlerimi bir metafor olarak gizledim diyebilirim. 

Benim için korunaklı ve temiz alanlar bu geometrilerdir. İnsanın tüm mutluluğu, özleminde olduğu her şey bu biçimlerde saklıdır. Resim yapmak benim için, güzel boyamak, cezbedici kurgular oluşturmak değildir. Asıl olan çizmektir. Bu nedenledir ki yıllardır her daim desen çizerim ve çizgiyle ifadenin gerçekliğine inanırım. Kurgularımın hepsinde alt yapıda mutlaka çizgiler mevcuttur.

   

Resimde hedefiniz nedir ve neyi amaçlıyorsunuz?

M.A.D-Kendi kültürümüzden uzaklaşmadan,  özümden ve sadeliğimden ayrılmaksızın uluslar arası alanlarda resimlerimi ve kültürümüzü tanıtmak, ulaşmak istediğim en büyük hedefimdir. Umarım yaşamım bu amacıma yanıt verebilir.

Resim, Türkiye’ de nerede? Dünyada nerede?

M.A.D- Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana Güzel Sanatlarla ilgili bir çok fakülte, yüksek okul ve Güzel Sanatlar liseleri açıldı. Sanatımızın gelişmesi için çok önemli, fakat buralarda eğitimini tamamlayan gençlerimizin,  Devlet veya özel kurumlar tarafından istihdam sorunu var. Mezun olan gençlerimiz maalesef sanat çalışmalarını çoğunlukla devam ettirememektedir. Gençler maddi olanaksızlıklar nedeniyle sanatı bırakıp başka alanlarda  kazanç elde etmekte. Amerika’da ve Avrupa’nın bir çok  ülkesinde durum böyle değil. Devlet Sanatçının çalışması için atölye bile veriyor, eserini satın alıyor, burslar veriyor.

 

Sanat eseri alacak kişi veya kurumlara özel vergiden muafiyetler uyguluyor ki Sanat gelişsin, Sanatçı sayısı artsın. Türkiye’de Plastik Sanatlarla ilgilenen profesyonel  sanatçı sayısı maalesef çok az, hepsini toplasak sayısı 3000 olmaz Geçenlerde Berlin’de uzun yıllar yaşamış bir ressam arkadaşımla sohbetimizde sanatçı ve sanatseverlerin üye olduğu bir derneğin üye sayısının 40 bin olduğunu söylemesi beni çok düşündürmüştü. Açıkçası Devletimiz bir an önce Sanatı ve Sanatçıyı destekleyen çözümler üretmelidir. Bir ülkenin Sanatçı sayısı aydın geleceğin göstergesidir. Dünyadaki önemli Sanat Müzelerine Türk sanatçıların eserlerinin alınması için devlet tarafından özel politikalar geliştirilmelidir. Anadolu insanımız o kadar yetenekli, üretken ve zekidir ki, konu sanat olunca gücü bir yere kadar oluyor. Sanatçının ömrü, olanaklara sahip olamamanın zorluğuyla hayallerine yetememektedir. Bunun için Sanatı ve Sanatçıları gelin güçlendirelim diyorum.

Ankara’ daki Resim anlayışını ve ilgiyi nasıl yorumlarsınız?

M.A.D-Sanat günümüzde metrapollerde  daha ulaşılır ve üretilir hale geldi. Hocalarımızın eskiden bahsettikleri  sorunlar yok elbette, fakat dünya sanatı ile kıyaslar isek halen  çok sorunumuz  var. Ülkemiz için İstanbul’un bir Sanat merkezi haline dönüşmesi, sanatımız açısından elbette önemlidir ve destekliyoruz.Ayrıca söylemekte yarar var, İstanbul’da yaşamını sürdüren bir çok sanatçı Ankara çıkışlı yada bir süre Ankara’da yaşamışlar, demek ki Ankara  üreten  bir şehir. Yıllarını Sanata vermiş bir birinden değerli Sanatçı arkadaşlar, Ankara da halen çalışıyor ve sergiler açıyorlar.

Ankara Sanat potansiyeli açısından çok öndedir. Kanımca sorun Müzelerin yok denecek kadar az olması ve sanatçıya maddi dönüşün yetersizliğidir. 

İki yıl çalışıp galerisinde sergi açan Sanatçı, neden eserini sahiplenecek alıcıyı bulamıyor.Üretimini satamayan kim olsa yaşamda zorluk çekiyor, maalesef gerçek bu. İzleyici oranını düşündüğümüzde 5 milyona yaklaşan başkentimiz için yok denecek kadar az diyebilirim. 

 

Vatandaşımız Sanata ve Sanatçıya ilgili ve saygılı olmasına karşın sergileri takip edememekte. Bir başkent Sanat etkinlikleri açısından politikalar geliştirip halkımızda uyaran etkisi yaratabilmelidir. Devletin tüm kurumları sendikalar, belediyeler ayrı ayrı ve farklı programlar, projeler geliştirmelidir. Bunun için Profesyonel Sanatçılardan oluşan bir kurul oluşturmak şarttır. 

Galeriler ve Müzayedeler Resmi ve Ressamı geliştiriyor mu, geriletiyor mu? Hangi gerekçeler sizi etkiliyor?

M.A.D- Sanatçı  durmaksızın üretir. Senede ya da iki yılda birde sergi açar. Açılışlar bir kutlamadır  bizler için. Sevinç, heyecan ve mutluluk, yorgunluğumuzu yok etmiştir. Düğün misali.    Sanatçı için bir sorundur aynı zamanda,  kendisiyle hesaplaşır o an. İyi bir Galeri elbette Sanatçısını destekler tanıtımını yapar, eserleri satmaya çalışır gerekirse sanatçısına sponsor bulur. İnandığı sanatçısını her koşulda destekler ve sanatçısıyla beraber büyümeyi düşünür. Bazı galeriler içinse eserin maddi ederi önemli olduğu için suiistimaller söz konusu olabiliyor.

 

Tam bir sömürü düzeni ama herkes de bunun bilincindedir. Galeri için Sanatçı kimliği ne kadar önemli ise Sanatçı içinde galerici bir kurum olarak o kadar önemlidir, bu nedenledir ki her iki taraf için karşılıklı güven tam olmalıdır.  Müzayedelerin maddi  kazanım için bir araç olduğunu düşünsem de bazı eserlerin gün yüzüne çıkartılması açısından iyi bir görev üstlendiği bir gerçektir. Üstelik Sanata Sanatçıya değer katan bir ortam oluşturuyor.

 

Sorun şu acaba kimin resmi gerçekte ne kadar değerli, müzayedede sunulan eserler gerçek sanat eseri niteliğinde mi yoksa bir oyun mu, işte tüm bu olaylar maalesef yıllar sonrasında belli olacak. Bazen bir esere, müzayedelerde o kadar uçuk rakamlar veriliyor ki şaşıyorsunuz. Yinede müzayede gerçeği hiçbir sanatçı tarafından küçümsenmemelidir. Bu gün bir ressamın eseri yüzbinlerce lira ediyorsa müzayedeler sayesinde olduğunu bilmek gerekir. Topluma Sanatçının, Sanatın değerli ve özel olduğu mesajını vermektedir. Şikayetim şu sadece müzayedelerde satılan eserden Sanatçının eseri el değiştirdiğinde Sanatçıya veya varislerine neden bir pay verilmiyor. Oysa üreten Sanatçı asıl değer olmalı, bu durum ilgili kurumlar tarafından dikkate alınmalıdır.

Ödüllerin iyi resim yapmak için bir lokomotif görevi olduğuna inanır mısınız?

M.A.D- Şahsen ödüller  aldım fakat benim için hiçbir zaman Sanatım adına bir gösterge olmamıştır. Elbette Sanatçı için bir katkıdır ama sanat yapmak için ve devamlılığı açısından bir gösterge değildir. Nitekim Ödüller alıp da Sanatını devam ettirmeyen birçok kişi var.

Hangi koşullarda Resim yapıyorsunuz? Hangi koşullarda çalışmak isterdiniz?

M.A.D-Ben günümüze kadar kendi olanaklarımla serbest çalışarak  Resimlerimi ürettim .  Sabit bir gelirim olmadı. Kendime ait olan Doğan Sanatevi’nde resim yapıyorum ve gençlerimize Sanat eğitimi veriyorum, halende devam ediyorum. Bir Ressam için maddi koşullar çok önemli, Sanat pahalı ve çok zor bir alan. Özellikle yıllardır Güzel Sanatlar Fakülteleri ve Liselerine öğrenci yetiştiriyorum.

 

Amacım para kazanmaktan ziyade çoğalmak ve gençlerimize kendi duyarlılıklarını ötelemeden kendileri gibi desen çizmelerini sağlayarak başarılı olmalarına vesile olmak. Tabi bu olanak beni beslemesine rağmen yoran, Sanat üretimimde zamanımı alan bir durum. Sanatçı tüm üretimlerinde özgür ve yorgun olmamalı ki verimli olabilsin. Maalesef ülkemizde halen ikinci bir meslekmiş gibi Sanat yapılmakta. Ressamım deyince asıl uğraşın nedir, parayı nasıl kazanıyorsun diye soran çok. Bütün bunlara sebep Sanatla ilgili sponsorların eksikliği ve gerekli teşviklerin olmamasıdır. Devlet, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Sanatçıya, eserleri alacak kurumlara, kolleksiyonerlere vergi muafiyetleri ve destekler sunmak durumundadır.

 

Sanatçıların iyi olanaklarda üretim yapmaları ve teşviklerle sayılarının arttırılması, Türk Sanatının güçlenmesini sağlar. Böylelikle Kültürümüzü Uluslararası alanda sunma olanaklarını daha donanımlı düşünebileceğiz.

 

Hangi rengi seversiniz?

M.A.D-22 Şubat 2013 tarihinde Galeri Soyut ta açtığım sergide, Resimlerimin gelişimi için özel ve yeni planlar, kurgular oluşturdum. Desen, kolaj ve litoğrafi baskı tekniğiyle Resimler yaparak çeşitlendirdim. Malzeme farklılıklarının resmimdeki etkisini anlamanın yanı sıra, oldukça renkli Resimler ürettim. Sarı, Kırmızı, Mavi, Yeşil, Mor renkleri olduğu gibi katıksız bulunması gereken alanlara yerleştirdim. Renklerin optik yanılsamaları ve bir birine geniş alanlardaki etkisini çözümlemeye çalıştım. Açıkçası doğadaki tüm renkler Sanatçıya, Ressama ait olmalı kanısındayım.

Masal Bitti Rengi
Anadolu masallarından geldik.

Karadeniz dalgalarının yeşil yamaçlarından, Toros yaylalarının çam kokularından, Kaz Dağları’nın Sarı Kız Efsaneleri’nden geldik. Ege’nin serin koylarından, Marmara’nın yeşil düzlüklerinden, Akdeniz’in güneş sahillerinden geldik. Doğu Anadolu’nun hırçın yamaçlarından, Güneydoğu’nun Mezopotamya’sından, İç Anadolu’nun bozkırlarından geldik beton yığınlarına.  Irmaklarımızın cennet kuşlarından, göllerimizin balık danslarından, kanyonlarımızın büyülü atmosferinden geldik. Dağların kar yüklü tepelerinden geldik beton yığınlarına. Anadolu’nun bulut, bulut  gökyüzünden, bahar kokulu kırlarından, Kızılırmak’ın uzun akışından, Munzur Vadisi’nin sıra dışı güzelliğinden, Fırat’tan, Dicle’den, Seyhan’dan, Ceyhan’dan geldik. Ihlara Vadisi’nden, İncesu  ve Beş Konak Kanyon’larından, Kuşların kanatlarından, çiçeklerin sevdasından, kelebeklerin duygu dolu renklerinden, kelebek vadilerinden geldik. Anadolu masallarından geldik kentlerin beton yığınlarına.  Küçük bir parkın umut yeşiline, penceredeki beyaz bulutun sonsuz özgürlüğüne tutsak edilmiş yaşamda avuçlarımızda çiçekler yok, Anadolu masalları söylenmiyor artık.

                     

 Mehmet Ali Doğan, o masalları arıyor resimlerinde ve karşı çıkıyor yok oluşlarına. Kapitalist sistemin egemen olduğu dünyamızda, çarpık gelişmelerin kentleşme sürecinde doğayı ve etik değerleri yok edişi, kadın olgusunun masumiyetinden uzaklaştırılışı, beton yığınları altında ezilen insani değerler O’nun insan yanının duyarlı sanat kaygılarıdır. Öz-biçim bütünlüğündeki resimleri sadece somut nitelikte bir işlev değildir. Anonimleşmiş beğeniler ötesinde, tutarlı bir estetik düzeydedir de onlar. Yalın görüntülerdeki karmaşık ilişkiler, yüzeysel algıyı aşarak düşünce yolculuğuna götürüyor izleyiciyi. Algı – An – Anılan üçlüsündeki bileşke, Mehmet Ali Doğan’ın yaşam karşısında ve içinde sanatçı duruşunun sosyal sorgulamalarıdır. Ortaya çıkan resimler de, düzgün ve yaşanılır bir dünya adına onurlu duruşun simgeleridir.                                                                                                                

Mehmet Ali Doğan’ın resimlerini biçimi, kendisini oluşturan öğelerin örgütsel ilişkileri ve yapısal nitelikleri bağlamında değerlendiren anlayış olan “Gestalt”  teorisi kapsamında ele almak gerekiyor. Çünkü onlar izleyiciye somut ve kolay ipuçları vermezler. Sanatın sezgisel yaklaşımının gizemini taşırlar. Onları anlamak ya da kavramak için, bilinçli duruşun duyarlı yaklaşımına gereksinim vardır. Söz konusu değer, izleyiciyi renklerin psikolojisinde anlam bulan sosyolojik derinliklere götürür. Orada kentleşme sürecindeki kargaşaya ironi de vardır. Ve herkes Goethe’nin deyimiyle anlayabildiği kadar duyar ve görür. Çizgilerin zaman, zaman yüzeye dönüşüp akıp giden coşkusu, çarpık kentleşmeye karşı duruşun isyanı gibidir. Benek, benek lekeler şehirde günlük yaşam içinde ilişkisiz – ilgisiz insan kalabalıklarının resme dönüşümleridir. Dingin, yalın ve temiz renkli yüzeyler de yitip giden değerlerin  özlemde yaşayan görsel hafızalarıdır. Mehmet Ali Doğan’ da, “Para tutkusu doğayı tükettiği gibi, insan hayatını da tabut gibi evlerde yaşamaya mahkum etmiştir” diyor. Bilinç; insanın kendisini ve çevresini anlamasını sağlayan anların süreçleri toplamıdır. Mehmet Ali Doğan öznel düşüncelik kapsamında yaklaşıyor sanata ve kendi bilincinin ürünlerini koyuyor ortaya. Onlar içtenlikli yaklaşımının yalınlığında görselleşiyorlar. Öğeler arasındaki ilişkiler ve bağlantılar bütünü olan düzen, Mehmet Ali Doğan’ın resimlerinde yatay bir eksene göre kurulmuştur. Biçimlerin yönü yatay, göz titreşimlerinin yönü de dikeydir. Bu durum kompozisyonlarda sağlam bağlantılar oluşturmaktadır. Nesnelerin uzayda yer kaplayan masif kitlesi hacimdir ve mekan boyutuna sahip değildir. Ancak Mehmet Ali Doğan’ın renkli yüzeyleri arasında espas ve renk dalgalanmaları  hacmi de oluştururlar. Serigrafi, kolaj ve akrilikle yaptığı resimlerdeki teknik çeşitlilik, çağın sanat anlayışı içinde kökleri Mondrian’a kadar uzanan sağlam bir temelde görsel zenginliği oluşturuyor.

Görünüş ve öz nesnel gerçekliğin iki yanıdır. Bu bileşke Mehmet Ali Doğan’ın çok belirgin özelliğidir. O, Mevlana’nın söylemindeki gibi, göründüğü gibidir, olduğu gibi de görünür. Hacı Bektaş Veli

Bünyamin Balamirin

SANATSAL ETKİNLİĞİ BAĞLAMINDA MEHMET ALİ DOĞAN

Yaşanan çevrenin ve bu çevreye kimlik kazandıran doğa elemanlarının resim yüzeyine yansıyan biçimsel görünümü, sanatçının o çevreye bakışına özgü boyutlar içerir. Bu yönüyle “biçim” ya da form, çevre yapısından kaynaklanmakla beraber, sonuçta sanatsal kurgunun gerektirdiği biçimleme estetiğine göre de sanatçının kişisel yorumunu ortaya çıkarır. Yorum, sanatçının algısı ve tercihleri yönünde olacaktır kuşkusuz. Dilthey’in deyimiyle “tekilleşme” sürecidir bu. Gene onun ifadesiyle, her türden “anlama”, bir yeniden üretimin de ön koşulu olacaktır. 

Bu genel girişin ardından Mehmet Ali Doğan’ın 1990’lı yıllardan bu yana Ankara’da bir sanatçı ve uygulamacı olarak kendine yer açma yönünde yaptığı çalışmalara baktığımızda, bütünsel açıdan varlık oluşturma ve kendini kanıtlama çabasının, ona kısa sürede başarılı sonuçlar elde etme olanağı sağladığını görürüz.

Resminin arka planında, form edinme ve bunu sürdürme eğilimi ağır basar daha başından itibaren. Yaşanan çevre karşısında içsel yakınlık ve duyumsallık, Doğan’ı salt betimleyici bir çizgiden uzaklaştırmış, görüp izledikleri üzerinde dilbilgisel (gramatical) bir sonuç elde etmeye yönlendirmiştir. Ortak kültür terimi olarak resmin dilbilgisel bir özellik içermesi, ondaki ifade niteliğinin durulup arınması, seçkinleşmesi anlamındadır. Nitekim M. Ali Doğan da bilerek ve isteyerek böyle bir resim dili oluşturmaya çalışırken, bu dilin paylaşılır özelliklerinin yanı sıra kendi bakışına özgü bir değer içermesi yönünde uğraş vermektedir. 

Tuval üzerine karışık teknikle biçimlendirdiği resimleri için “sınırlanmış alanlar” deyimini kullanması, daha ilk bakışta doğa gerçekliğinin sanat gerçekliğine dönüşümünü düşündürüyor. Doğa, aslında bir görüntüler yumağıdır. Ancak bu yumak, onun içinden seçilip alınan kesitleri hem bağımsız hem de organik biçimler halinde kompoze etmekle çözülebilir. İşte bu noktadan hareketle Doğan, kent görüntüleri üzerinde derinlik imajını silen ve karşıt elemanlar halinde bu görüntülerle alternatif değerler oluşturan saf ve yalın renk sınırlamaları kurgularken resminin yapısal oluşumunu sağlayacak görsel metafiziği de devreye sokmuş olmaktadır. Söz konusu görsel metafizik, doğa kaynaklı olmakla beraber, dış gerçekliğin ötesine geçerek kurgusal bir yapının oluşumuna ağırlık verir.

Amaç, öznel yaklaşıma vurgu yapmaktır. Aynı rengin açık-koyu değerlerini kullandığı ve böylece dalgalı ya da degrade tonlara yöneldiği yerlerde, sınırlanmış renk alanlarını çeşitlemeci bir anlayış çerçevesinde değerlendirmekte, böylece her tablosunda farklı bir biçimleme çeşidine yer vererek kullandığı tekniğe yeni bir boyut katabilmektedir.

Kaya Özsezgin

bottom of page